Zaman Mühendisi Bir Tembel: Ali Poyrazoğlu
Eminim sizde de oluyordur: bazı insanlarla bir araya geldikten sonra şöyle bir silkelenir, hız ve motivasyon kazanırsınız.
Sahnedeki şovu, hafızası, akıcılığı, hazır cevaplılığı, tüm seyirciye olan hakimiyeti, hayatı algılayışı ve onu muhteşem bir şekilde önünüze getirişi, esprileri ile haklı üne sahip yılların duayen sanatçısı, her daim amatör ruhunu ve heyecanını koruyan Ali Poyrazoğlu ile sohbetin yanında sizler için yaşam derslerini de not ettim.
Durmuyor…Durmasın da! Yeni nesil kendisini daha çok tanısın. Zaten hayatında en güvendiği insanların başında öğrencileri olan gençler geliyor. Sektörlere verdiği eğitimleri ise pek kimse bilmez ama kayıtlı 600 bin iş insanına eğitim vermiş. 50 yıldır bir gün bile kapanmayan tiyatro salonu geçen sene yanıyor, her şey gidiyor ama o yıkılıp kurban rolünü oynamıyor; sil baştan başlıyor her şeye çünkü o ALİ POYRAZOĞLU!
Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetlerde çok kıymetli ve gerçek bir sanatçı olan Ali Poyrazoğlu ile yine sizlere ilham olabilirsek ne mutlu bize…
Keyifli okumalar!
HER ŞEYİM YANDI!
*Ali Bey tiyatronuz da yıllardır ayakta devam ediyor, kaç yıl oldu?
AP- Tiyatromu 50 yıldır hiç kapatmadan devam ediyorum. Geçen sene büyük bir felaket yaşadık. Bütün depolarımız yandı. Teknik tesisatımız, mikrofonlar, spotlar, ses masaları, ışık masaları, altı oyunun dekoru, benim büyük bir resim ve kukla koleksiyonum, 50 yıldır biriktirdiğimiz her şey yandı. Bütün yatırımım bu yangında gitti!
*Çok geçmiş olsun…
AP- Teşekkürler ama ben bunu büyük bir kriz haline getirmedim. ‘Ben bu krizi de yönetirim!’ dedim ve yola devam ediyorum. Tiyatro repertuarım da altı tane oyunum var. Bu oyunlarımızı değişik yerlerde oynuyoruz. İstanbul’da oynuyoruz, turneler yapıyoruz. Tiyatro devam ediyor. ‘Bir Yastıkta’ adıyla yeni bir oyun koyduk. Bir de bu sene Kültür Bakanlığının düzenlediği Kültür Yolu Festivali için İzmir’e geldim ve bu şehir için özel bir şey yapmak istedim. ‘İmbat Türküsü’ oyununu yazdım, sahneledim ve oynadım.
KAZANDIKLARIMI BAĞIŞLADIM, ÇOCUK OKUTUYORUM
*Bir sürü oyuna imza attınız ve bir çok işi aynı anda yapıyorsunuz öyle değil mi?
AP- 11 yıl Yeşil Kabare adlı İstanbul’da Avrupai anlamda hiç olmayan, gerçek bir kabareyi hayata geçirdim. Yeşil Kabare İstanbul eğlence hayatında bir doruk noktasıdır. 12 yıl Sabah, Yeni Yüzyıl ve Hürriyet gazetelerinde köşe yazarlığı yaptım. 35 tane oyun çevirdim, kitaplar yazdım. Hala daha yazıyorum. 25 yıldır okullarda tiyatro bölümü hocalığı yapıyorum. MSM’de tiyatro bölümü başkanıyım. Ders vermeye devam ediyorum. Yeditepe, Marmara ve Maltepe üniversitelerinde çalıştım. 350 bölüm televizyon dizisi yaptım. Hem yazdım, hem yönettim, hem de 300 bölümünde oynadım. 65 filmde başrol oynadım. 150 bölüm talk show yaptım. 20 yıla yakın bir zamandır da büyük kurumsal yapılarda ‘gelecek tasarımı’ (future design) yapıyorum. Koç Holding, Zorlu Grubu, Sabancı Grubu, bankalar, sigorta şirketleri, ilaç şirketleri, inşaat firmaları, lojistikçiler gibi geniş kesime iş hayatında demokratikleşme, çağı yakalama, dünya ile bütünleşme, inovasyon, motivasyon, takım oyunu üzerine eğitimler veriyorum.
*Siz kaçta kalkıyorsunuz? Nasıl yetişiyorsunuz bütün bunlara?
AP- Sabah 6’da kalkıyorum. En kıymetli şey zaman! Tüm bunları yaparken bir sorumluluk olarak algılıyorum. İnsan bilgisini, görgüsünü, biriktirdiği deneyimleri, yaşamdan öğrendiklerini, ona öğretilenleri paylaşmalı. Malınız, mülkünüz sizindir ama deneyimleriniz, bilgileriniz ve sanatsal yaratıcılık anlamında biriktirdikleriniz sizin değildir! Bırakmanız lazım; yazmanız, çizmeniz ve paylaşmanız lazım. Ben de paylaşmak istediğim için bu kadar çok şeye zaman ayırıyorum yoksa bu benimki para hırsı değil! Çalışıyor ama açgözlü demesinler, maksat o değil çünkü kazandığım paraları bağışladım, çocuk okutuyorum!
BROADWAY’DE BAŞROL OYNUYORUM
*Hocam zaten para için olsa kazandıktan sonra ‘tamam artık yoruldum, emekliye ayrılıyorum’ dersiniz…
AP- Ben iyi bir zaman yöneticisiyim! Zaman mühendisiyim. Çok severek ve eğlenerek yaptığım bütün bu işler için çok programlı ve disiplinli yaşıyorum. Hep öyle yaşadım. Zaten bu şekilde yaşamasam bunları başaramazdım. Amerika’da Broadway’de başrol oynuyorum. O sırada Sabah gazetesine köşe yazılarımı yetiştiriyorum. Oyunu oynuyordum, yazıyordum, aynı zamanda kitap çevirmeye devam ediyordum ama tüm bunları çok eğlenerek yaptım.
*Siz birçok yabancı dilde oyunlar sergiliyorsunuz, öyle değil mi?
AP- Evet, İngilizce, Fransızca, Yunanca oynuyorum
AŞK İKİ KİŞİLİK BİR DEVRİMCİ ÖRGÜTTÜR
*Peki Ali Bey merak ediyorum: işle, ilişki-aşk beraber yürür mü sizce? Performansı bu kadar yüksek olur mu?
AP- ‘Asi Kuş’ oyununda söylüyorum: ‘Aşk iki kişilik bir devrimci örgüttür’ diyorum. Dünyanın monotonluğunu, sıkıcılığını, yaşımın hep aynı renkte kalmasını seven adamlardan değilim. Sıkıldığım hiçbir işi yapmam ve sıkıldığım anda bir meslek dalından, diğerine geçerim. O yüzden çok şapkam var. Farklı disiplinlerde olmanın insanı inovatif –yaratıcı- yaptığını bildiğim için birkaç disiplinde zihin hali oluşturarak, oralarda daha yaratıcı sonuçlar almak için uğraşıyorum. Bunu da gerçekleştirebilmek için bir yandan tiyatro yapıyorum, senaryo yazıyorum, bir yandan sinemada oynuyorum, bir yandan iş insanlarına konferanslar veriyorum.
*Sıkılan ruhunuzu avantaja çevirdiniz o zaman!
AP- Bravo, kesinlikle! Bir de benim yaptığım işle ilintisi olmayan, yaşama meydan okumayan, yeniden öğrenmek istemeyen, kendiyle yüzleşmeye cesareti olmayan insanlarla beraber olmam! Yaşamımdaki insanlar -ki siz aşkı sordunuz- sevgililerim sanata, kültüre uzak insanlar olmadılar. Meslek olarak yapmasalar bile sanatla adeta profesyonel bir yaklaşımla iç içe insanlar oldular.
KENDİMİM FORMATLIYORUM
*Hayatı erken yaşlarda öğrendiniz değil mi?
AP- Benim anne tarafım doktor, baba tarafım eczacı. Benim eczacı olmam bekleniyordu. Ben aileme baş kaldırdım. Biz üç kardeştik ve ‘başka kurban seçin’ dedim. Nitekim kız kardeşimi seçtiler, o eczacı oldu! (gülüyoruz) Ben bunu başkaldırarak yaptığım için ailem de uzunca yıllar benden maddi desteğini kesti. Bu durumda benim tek marifetim bildiğim yabancı dillerdi. 17 yaşında çeviri yapmaya ve yazı yazmaya başladım. Ardından 25 tane arkası yarın radyo oyunu yazdım. Konservatuarda talebeyim, para yok. Para kazanmam lazım. Şehir tiyatrosuna girdim. Figürandım. Zaten şehir tiyatrolarına hep konservatuardan öğrenciler alınırdı ama muhteşem bir kadroyduk. Şimdi hepsi birer isim... Sabahlara kadar ya yazı yazıyordum ya senaryo yazıyordum ya da radyo oyunu yazıyordum. Bir sürü işe girdim, çıktım. Otelde resepsiyonda çalıştım. Yabancı dilim sayesinde genç yaşta bir sürü deneyim biriktirdim ve kendisine meydan okuyan bir adam haline geldim. Tek başıma ayakta kalmayı keşfetmek zorunda kaldım. Sonra babam vefat etti. İki ilaç laboratuvarı ve eczaneler kaldı. Onları tasfiye edebilmek için ticaretin içine girmek zorunda kaldım. Bu arada birçok tiyatroda oynadım. Bu deneyimlerden sonra kendi tiyatromu kurdum. Özel tiyatro yönetimi dünyanın en zor işidir. Edindiğim tüm bu bilgileri süzüp yeniden kendimi formatlamaya karar verdim. Bunun için önce İngiltere’ye okula gittim. Sonra da Amerika’ya gittim. Buralarda iş yönetimini öğrendim. Sonrasında şirketleri eğitmeye başladım. Yönetim konferansları, eğitim, inovasyon, motivasyon, takım oyunları, ‘dünyadaki globalleşme ile gelen hızı çalışanlarımıza nasıl aktarabiliriz?’ ve o hızı yakalayabilme eğitimlerini vermeye başladım. Hepsi de kurumsal yapılar ve kayıtlı oldukları için rahatlıkla söyleyebilirim ki iş hayatında 600.000 kişiye eğitim verdim.
*Peki hocam başarı kavramı sizin için nedir?
AP- Herkes bana ‘niçin bunları yapıyorsun?’ diye soruyor. İş hayatında, dünyadaki değişimin yakalanması gerektiğini düşünüyorum. Sadece özel sektörde değil, devletin de bu hıza göre yol alması gerektiğini düşündüğüm için ve bu konuda bir şeyler yapabileceğimi bildiğim için yapıyorum. Demokratikleşme ve dünyadaki değişimi yakalayabilmek için herkesin kendi değişimini okuyabilmesi gerektiğini düşünüyorum. Her şeyden önce kişi kendi kırılma noktalarını geriye dönerek okuyabilirse -ki en zor okuma kişinin kendini okuyabilmesidir- kendine dönüp baktığında kendiyle el sıkışıp barışabilirse, o zaman dünya ile de el sıkışabilir. Bana ‘niye hala bu kadar koşturuyorsun, bu işleri yapıyorsun?’ diye soranlara şu cevabı veriyorum: her iş insanı içindeki sanatçıyı yakalayabilmeli, o yaratıcı kısmı çıkarabilmeli ki dünyadaki değişimi yakalayabilsin. Yaratıcılığı ile kendisini, markasını her geçen gün yenileyebilsin. Her sanatçının da ayakta durabilmesi, markasını koruyabilmek için kendisindeki iş insanını ortaya çıkarması gerekiyor.
SEYİRCİM BANA ÇOK ŞEYİNİ HELAL ETMİŞTİR!
*Hocam sahneye çıkıyorsunuz ve seyirciye oldukça yükleniyorsunuz. Size kızmak bir yana, kahkahalarla gülüyoruz. Bu sevilmeyi nasıl başarıyorsunuz?
AP- Bazı şeyler, bazı insanlara helal edilir. Seyircim de bana çok şeyi helal etmiştir! Ben tüm bunları, arkama seyircimi alarak yapıyorum. Önce kendimle dalga geçiyorum. Seyirci benim tarafıma geçiyor. ‘Biz bu oyuna geldik, seyredeceğiz ve bu oyunu Ali Poyrazoğlu ile beraber oynayacağız’ diyen seyirciyi takımı bir parçası haline getiriyorum. Onlar benim rol arkadaşım haline geliyor ve oyunu birlikte oynuyoruz. Oyunlarımı istediğim cürette oynayabiliyorum ve seyirci de her zaman beni bağrına bastı.
STAND-UP GEYİK MUHABBETİNE DÖNDÜ
*Mizahın geldiği noktayı konuşalım mı?
AP- Ben hiçbir zaman saldırgan mizah yapmıyorum. Amerika’da okurken ‘stand-up’ı nasıl tanımlayacağız?’ diye sorduğumda hocalarım kısaca şöyle özetlediler: stand-up’çılar sosyal antropologlardır. Bu şekilde ele alındığında işin ciddiyeti ortaya çıkıyor. Stand-up bir okul kantini, geyik muhabbeti değildir! Biz de yanlış anlaşıldığı için stand-up geyik muhabbetine dönmüş durumda. Olması gerektiği yerde değil. Eleştirel yanını kaybetti. Stand-up derin bir bakış açısıyla, topluma, geçmişe bakıp, ileri ile ilgili tasarımlara bakıp, onları birleştirip, onlardan süzdüğün doğaçlama halini içi dolu bir şekilde seyirciye aktarmaktır.
*Hocam projelerinizden bahsetmek ister misiniz?
AP- Güneş Berberoğlu ile ‘Bir Yastıkta’ adlı oyunumu oynuyorum. Turneye çıkacağız. İzmir ve Ankara için ‘Şıngır Şıngır Beyoğlu’ var. Habanera makamı Çiğdem Erken Orkestrası ile İzmir’e tekrar geleceğiz. Çok istek oldu Adnan Saygun’da Desiderata’yı yapacağım. Orkestra’yı yönetip, stand-up şov yapacağım. Ocak’tan sonra da dillere destan ve çok istek alan ‘Kobay’ oyunumuzu yeniden oynayacağız.
YENİ OYUNCULAR ÖMÜR BOYU İŞ ARAYACAKLARI BİR MESLEK SEÇTİKLERİNİ BİLSİNLER
*Yeni nesil oyunculara ne tavsiye edersiniz?
AP-Hülya Koçyiğit’in programında sorduğu soruya verdiğim cevabı vereyim: ömür boyu iş arayacakları bir meslek seçtiklerini bilsinler. İnişli çıkışlı, hep tırmanma, hayatları hiçbir zaman dümdüz olmayacak. Bu meslekte her bitiş, bir başlangıç oluyor.
SOHBETTEN İZLENİMLERİM
- Aşmış!
- Zihninde aynı anda 100 ayrı fikir, onların alt dalları, her birinin muhteşem lezzetleri olan meyveleri ile bezenmiş bir akıl dünyası var,
- Bence ülkemizde az kalan bir değer,
- Çok kültürlü,
- Durmuyor ve sürekli gelişime açık,
- Çok titiz, kontrolcü bir yanı var,
- Odak noktası: eğlenmek ama eğlenmeyi ciddiye alıyor!
İkili Seçeneklerden (pembe olan kısımlar konuğun tercih ettikleri)
Yürüyüş Koşu
Sıkılmak Sabretmek
Susmak Konuşmak
Oturmak Dans Etmek
Klasik Modern
Politik Dobra
Mesafeli Samimi
Uykucu Uykusuz
Sakin Heyecanlı
Dergi Kitap
Konfor Doğa
Kedi Köpek
Yağmur Güneş
Kahve Çay
Et Ot
Disiplinli Rahat
Affetmez Unutur
Tatlı Tuzlu
Çin Yemeği İtalya Yemeği
Rakı Şarap
Ciddi Esprili