SİNAN CANAN: SİMÜLASYONDA YAŞIYORUZ
SİNAN CANAN bence modern çağımızın dervişi!
Kendisinden devşiriyor, dönüşüp, dönüştürüyor... Hayatın sorularına dair sonsuz merakını, ilgisini, bilgisini, araştırmasını herkesle paylaşıyor, paylaştıkça çoğalıyor.
Bilim insanı, biyolog ve sinirbilim uzmanı olan Sinan Canan’ın tüm bu tanımların üzerinde insanın yolculuğunda hancı olmayı bırakıp, yolculuğun mana arayışında. Zihinsel performanstan, yaratıcılığa, inançlar sisteminden eğitime, sanata nörobiyoloji ile açıklama getirirken onunla ilerleyen, soran, irdeleyen ciddi bir kitlesi oluştu.
Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetlerde uzunca süredir takip ettiğim, bilgisinin yanında aktarma ve farklı dinamiklerle bezediği anlatımını çok sevdiğim Sinan Canan ile Nettalks söyleşisinde bir araya geldik. Kendisini mutlaka takip edin; bilginiz katlanacak, yeni ufuklar kazanacaksınız.
İlham olmaya devam ediyoruz…
KARNI DOYUNCA ARIZA ÇIKARAN TEK CANLIYIZ
*Hocam herkes size soru soruyor peki sizin insanlığa dair merak ettiğiniz soru var mı?
SİNAN CANAN- Ben en çok insanın ne aradığını merak ediyorum. Tüm soruları yanıtlarken aslında şunu fark ediyorsun: insanlar nasıl daha iyi olabilirim?’i sorarak aslında kendi aşamadıkları, takıldıkları sorun yaşadıkları bölgeleri soru olarak ortaya koyuyorlar. Bir çoğumuz gerçek sorunu soruya dönüştüremiyoruz çünkü ondan korkuyoruz. Bunun yerine yanal sorular soruyoruz. Dolayısıyla bu sorular, bana insana dair çok daha fazlasını öğretiyor. İnsan neyi arıyor? Bu sorular sayesinde arayışımı daha doğru yönlendirebiliyorum ve aslında bu sorulara yanıt bulma gayreti en çok bana fayda sağlıyor.
*Bulduğunuz yanıt ne?
SC- Aslında en temelinde biz ölümsüzlük arıyoruz. Ölümlü bir canlı olduğumuzu biliyoruz ve bizi ölümsüz yapabilecek bir şeylerin peşindeyiz. O yüzden çoluk çocuğa karışıyoruz, aile kuruyoruz. Bu hayvanların da yapabildiği bir şey. Fakat bir insan sadece ürüyerek mutlu olamıyor çünkü insan olmanın bazı ekstra gereksinimleri var. Biz yaratıcı bir türüz ve yaratıcı bir şey yapmadan kendimizi iyi hissedemiyoruz. Bu arada yaratıcı demişken herkes sanat vesaire düşünmesin yaratıcılık sadece onunla sınırlı bir şey değil… Birbiriyle sohbet eden iki insan da yaratıcı bir eylem ortaya koyuyor, arkadaşlıklar, tanışıklıklar, bir proje peşinde takımlar kurmak da yaratıcılıktır ve biz bunu hayatımızda ne kadar yaygın yapabiliyorsak, hayatımızdan da o kadar tatminkar hissediyoruz. Benim çok sık tekrar ettiğim bir insan tanımı var: karnı doyunca arıza çıkaran tek canlıyız. Her şey yolunda giderken bile yolunda gitmeyen varoluşsal krizler yaşıyoruz ve aslında bunların hepsi üzerine pek kafa yormadığımız, hatta konuşmadığımız ölümlü olma bilinci ile alakalı.
TEK BAŞIMIZA BİZ MUTLAK EKSİĞİZ
*Hocam birbirimize ihtiyacımız var mı?
SC- İhtiyacımız olmasından öte ilişkiler insan için yaşamsal. İnsanın fabrika ayarları diye 5 maddede anlattığım hikayenin tam ortası ilişkilerle alakalı. Biz tek başına hayatta kalması mümkün olan bir canlı türü değiliz. Zaten bedenimize bakacak olursak çırılçıplak; zekamız, yeteneklerimiz ancak çok az düzeyde bir şeyleri becermeye yetiyor. Mesela ben profesörüm, dışarıdan çok havalı görünüyor ama evde ne priz değiştirebilirim, ne yemek yapabilirim. Kullandığımız bütün alet edevatlara, her şeye bakalım, bunların hiçbirisini biz üretmiyoruz. Başkaları bizim için üretiyor ve biz de onlar için bir şeyler oluşturuyoruz. Dolayısıyla insan türünü süper organizma yapan şey birlikte hareket edebilmesidir. Bu kadar zayıf olmasına rağmen birlikte hareket ettiğinde süper bir organizmaya dönüşüyor. Bütün evrimsel seçilme süreçleri insanın sosyal bağlanma yeteneğini maksimize edecek şekilde çalışmış gibi gözüküyor çünkü biz bütün hayatımızı aslında birbirimize yardım ederek, bir birbirimizi kopyalayarak geçiriyoruz. Dikkat edin akademik başarı hayatla ilgisiz olduğu için bu anlaşılabilir ama hayatın kendisinde mutlak eksiklik içerisinde yaşıyoruz. Tek başımıza biz mutlak eksiğiz ama insanların aynı zamanda kendi içine dönme, kendiyle baş başa kalma gibi ihtiyaçları da var. Buna Türkçede yalnızlık ve bir başınalık olarak ayırabiliriz. Yalnızlık bizim hiç dayanamadığımız bir şey, özellikle ihtiyacımız olduğunda güvenilir birilerine ulaşamama halimiz bizi çok kısa sürede hasta edebiliyor. Fiziksel olarak hasta oluyoruz ve gerçekten de bu ömrümüzü kısaltan bir şey ve güvenebileceği insanlarla yaşayanların da uzun yaşama konusunda şanslı olduklarını görüyoruz. Öte yandan bir başınalık dediğimiz şey derin bir düşünce, herhangi bir konuda derinleşme, çözümsüz konulara çözüm yaratabilme ile ilgili müthiş bir fırsat sunuyor. Zaten bize kadim hikayelerde de bolca anlatılan bir şey var: tüm peygamberler, azizler, filozoflar mağaralara çekiliyorlar, fıçılarda yaşıyorlar, zindanlara giriyorlar… Tüm bu hikayelerin ortak noktası bu insanlar orada bir aydınlanma geçiriyorlar; çarşıda, pazarda değil. Aydınlanmayı geçirdikten sonra tekrar insanların içine dönüp diyorlar ki ‘yanlış yapıyorsunuz!’ çünkü insanlar sıklıkla yanlışa sapıyorlar, özellikle toplu haldeyken… Bunun da nedeni çevrelerini ve yaşadıkları ortamı çok değiştirdikleri için insanlar ne olduklarını sıklıkla unutuyorlar. Mesela bu devirde de bunu hatırlatmak bana düştü. Hatırlatmaya çalışanlardan biri benim. İnsan, zannettiğimiz gibi bugünün modern şehir dünyasında yaşamak için tasarlanmış bir canlı değil. Burada yaşadığımız birçok sorunu ağrı kesicilerle, uyuşturucularla, eğlencelerle susturmaya çalışıyoruz halbuki gerçekten insanın ne olduğunu bir daha hatırlasak da eski kadim bilgilerin bize fısıldadıklarını dahi duyabileceğiz ve kendimize daha doğru yollar çizebileceğiz. Tek başına kaldığımızda yaşadığımız o aydınlanma her neyse onu bir başkasıyla paylaştığımız zaman kıymetli olur. Tek başınıza sanat yapamazsınız, tek başınıza edebiyat yapamazsınız, mühendislikle uğraşamazsınız… Yaptığınız her şeyin illaki sizin dışınızda birinin işine yaraması gerekiyor.
UNUTMAK ÇOK ÖNEMLİ
*Hocam beynimiz neyi unutup neyi unutmayacağına nasıl karar veriyor?
SC- Fizyolojik olarak unutmak hatırlamanın ya da öğrenmenin esas alt yapısıdır çünkü biz dünyadaki her şeyi tutabilecek bir belleğe sahip değiliz. Bizim için ne önemli ne değil diye bir ayrım yapmamız lazım. Özellikle uykunun belirli dönemlerinde tabiri caizse beynimiz bir dosyalama sistemiyle çalışıyor ve gün içindeki deneyimlerimizi önemine göre ayırır. Hangisinin önemli olduğuna karar vermesi aslında son derece sade bir kurala dayanıyor: Gün içinde yaşadığınız şey sizi duygusal olarak harekete geçirmişse bu önemli olarak algılanıyor, duygularınıza dokunmamış ise önemsiz grubuna giriyor. Duygularınızı harekete geçiren şeyler hatırlanacak klasörüne kaydediliyor, unutmak ise aktif bir süreçtir. Yani unutmak çok önemli. Mesela bazı rahatsızlıklar var, gördükleri hiçbir şeyi unutamıyorlar ve çok ciddi öğrenme problemleri yaşıyorlar çünkü neyin doğru, neyin yanlış, neyin gereklilik veya gereksiz olduğunu ayırt edemedikleri için hayatlarında karar verme aşamasında bocalıyorlar. O yüzden hafıza bir veri deposu gibi değil, dünyayı bize göre seçkileyen bir sistemdir.
*O zaman her şey bizim istemimiz dışında çalışıyor gibi…. Duygularımız nereden geliyor? Zihin mi, yürek mi, beyin mi, kalp mi?
SC- Aslında tam da öyle değil….Hepsi ve daha fazlası! Biz genelde duygularımızın bizi yönettiğini düşünürüz ya da belli durumlarda belli duyguları yaşamak zorunda kaldığımızı ve o duygulardan çıkamadığımızı iddia ederiz. Genelde de bu doğrudur çünkü duyguların tabiatını çok fazla bilmiyoruz. Duygularla ilgili insanların bilmesi gereken bence temel konu şu: zihinsel inanç kalıplarımızla dış dünyayı değerlendirirken kullandığımız filtreler ve bu filtrelere göre inançlarla yani deneyim biriktirme ile alakalıdır. Mesela kereviz yemeğini seven bir insanın gösterdiği tepkiyle, kerevizi sevmeyen bir insanın gösterdiği tepki farklıdır. Birinde pozitif diğerinde pozitif duygu oluşur ve bu durumun kereviz ile ilgili olmadığı çok açıktır. Dolayısıyla yarattığımız duyguların hemen hemen hepsi inanç kalıplarımızdan gelirler ve duygusal tepkilerimizi değiştirmek demek davranışlarımızı değiştirmek demektir. Bunun da ilk adımı düşünce ve inançlarımızı değiştirmekten geçer. İnanç ve düşüncelerini değiştirebilen insanlar bu yüzden hayatlarını da değiştirebilirler. Birçok temel terapi tekniğinde esas yapılan şey, insanların bilinç dışı olarak inandıklarını fark etmedikleri ama bilinci çıkarıldıklarında kendi inançlarını keşfedip değiştirebildikleri süreçlere dayanır.
NEYE KIZIYORSANIZ ORADA SİZİN İÇİN BİR CEVHER OLABİLİR!
*O zaman bir çok kalıpları değiştirebilme gücümüz mü var?
SC- Tabii ki kendiliğinden değişen inançlar var. Bir de kendi zihin mühendisliğinizi yapabileceğiniz durumlar var. Ben burada okuyuculara kısa bir yol tarifi vereyim: Sizi sinir eden, size ters gelen lafları ve fikirleri çok daha dikkatli dinleyin çünkü sizi sinirlendirmesinin sebebi o fikir, düşünce ya da eylemin sizi değiştirme gücü vardır ve zihin değişime direnir. O yüzden bir şeye kızıyorsanız orada sizin için bir cevher olabilir!
*Hocam artık günümüze yerleşmiş bir konu olan bir çiple bilgiye hakim olabileceğiz. Bu durumda bilginin yerine ne alacak? İnsanlık yolculuğu olarak anlam, mana nerede duracak?
SC- Şimdi benim tabletimde üç bin kitap var. Tüm bu kitapların bilgileri tabletimde kayıtlı olması bir sabah uyandığımda ‘ya Sinancığım aklıma şöyle bir parlak fikir geldi’ demesine yol açmıyor! O bilgileri bilgeliğe, hikmete, işe güce, düşünceye dönüştürmüyor. İnsan şu an tüm bilgilere şu an ulaşabiliyor ama ben bugün bir hoca olarak hala Google'ın şükrüne eda edemediğimi düşünüyorum. Her gün yapay zeka kullanıyorum, muhteşem bir şey. Okullarda öğretilen bilgi ortamına bakalım! Biz gerçekten bilgiyi mi öğretmeliydik? 30 senedir sormamız gereken bir soruydu bu… Geç kaldık ama şu an soruyoruz! Bizim bilgiyi neden aradığını bilen insanlara ihtiyacımız var yani bilinçle, belli bir hedef doğrultusunda, bilgi okyanusunda veri toplayan insanlara ihtiyacımız var. Bunu öğretmek çok mantıklı değil, bunu yapabilen insanlarla gençleri karşılaştırmak, örnek ve rol model olmak gerekiyor.
Bilgiyi sınırsız bir okyanus gibi düşünün ve siz bunun üzerinde bir gemisiniz. Her yere gidebilirsiniz ama rotanız olmadığında o deniz sizin için cehenneme döner. O yüzden bizim bir pusulaya, bir yöne, amaca, tutkuya, mümkünse ömrümüzden büyük bir ideale -rahmetli Suna Kıraç’ın kitabının başlığı ‘Ömrümden Uzun İdeallerim Var’ idi- sahip olduğumuz zaman, bilgi okyanusu bizi bir yerden bir yere ulaştıran bir vasıtaya dönüşür. Dolayısıyla o vasıtayı doğru kullanabilmek için rotayı belirlemek gerekiyor.
DARWİN TEORİSİNE İNANMIYORUM
*Darwin teorisine inanıyor musunuz?
SC- Hayır inanmıyorum ama Darwin teorisinin açıklamaya çalıştığı gerçekliğin farkındayım. Darwin ki bir teori ama o bir gerçeği açıklama çalışıyor; bu gerçeğin adı da Evrim.
*Beynimiz için çok az bir kapasitesini kullandığımız söyleniyor. %100 kapasiteyi kullandığımızda bir ‘Lucy’ gerçeği ile karşılaşmamız mümkün mü?
SC- Beyin kapasiteleri hiç de anladığımız gibi değil çünkü biz beyni bilgisayar metaforiği ile anlamaya çalıştığımız için tökezliyoruz. Halbuki buradaki felsefi açmazı biraz düşünen herkes anlıyor. Bilgisayar beynin bir ürünü, dolayısıyla bir şeyi kendi ürünü cinsinden anlayamazsınız. Bizim beynimiz öyle bir sistem değil. Bizim beynimiz tek başına da değil! Bütün bedenimiz hatta içinde yaşadığımız ekosistem bir bilgi işleme mekanizması ve bu bilgisayardaki anlamda bir bilgi işlemi değil. Bu yaşamsal bilgi ne demek? Her bir an, benzersiz çevre koşullarıyla, benzersiz beden koşullarının karşılıklı etkileşimi sonucu deneyimlenmeye devam eden bir şey. Şu anda hepimiz beynimizi %100 kapasiteli kullanıyoruz.
Beynimiz vücudumuzun %2'sini oluşturuyor; enerjimizin %25'ini yakıyor ve en düşük zekalı insandan en dahimize kadar herkesin beğeni aynı watt'ta çalışır. 40 watt'lık bir enerji üretiyor. Bu değişmeyen bir şey. Bir insan eğer komaya girmemişse MR'a sokun, beyninin her yeri çalışıyordur. Mesela bilgisayara bastınız, bilgisayarın her yeri çalışıyor. Siz bilgisayara her gün bir satır yazıp kapatırsanız, bu bilgisayarın kapasitesine uygun kullanıldığınızdan bahsedemezsiniz. O bilgisayarda ne montajlar, ne filmler, ne görüntüler, neler üretebilirsiniz ama sadece bir kelime de yazabilirsiniz…Bizim tabiri caizse bir Ferrarimiz var; motoru çalıştırdık; her yeri çalışıyor ama biz arabayı sadece arka bakkaldan ekmek almak için kullanıyoruz.
Lucy’nin hikayesine de bakarsanız birçok kadim kültürde bulunan insanın kâmil hikayesini, science fiction’ın bilim kurgusallaştırılmış halidir. Şu anda Lucy metaforları ile hatırlatılmaya çalışılıyoruz yani aslında insanın kendi içinde seyrine, -mesela bizim tasavvufta insanın Kâmil yolculuğu, kemalet yolculuğu diye anlatılır; öbür tarafta brahmaya gitmek, zen’e ulaşmak denir…- insanın gelişim zorunluluğuna dair bir anlatı vardır ve bunu yapabilen tek canlı biz olmamıza rağmen bugün hem nasıl yapacağımızı unuttuk hem de insanların çoğu tarafından ‘ne gerek var?’ diye bakılıyor. Sonuç olarak maddi düzeydeki eğlencelerle hayatımızı geçiriyoruz…
ZİHNİN BİR PROJEKSİYON
*Hocam sıklık simülasyondayız diyorsunuz bunu açar mısınız?
SC- Simülasyon teorisi bizim zeki bir varlık tarafından yazılmış bir simülasyonun parçası olabileceğimizi öngörür. Buna çok itirazım yok ama böyle olsun ya da olmasın biz aslında başka bir simülasyonda yaşıyoruz ve bunu bilimsel olarak çok net biliyoruz. Nedir bu simülasyon? Algı dünyası dediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Duyu dediğimiz alıcılarla algılıyoruz. Alıcılarının yapabildiği tek şey ışığı, sesi, basıncı algıladığında beynimize elektrik sinyali göndermek. Sinirler sadece elektrik sinyali taşıyorlar ve karanlık kutu içerisindeki beynimiz bu sinyalleri alıp saptamalarda bulunuyorlar. Görsel dünyayı zihnimizde yeniden yaratan şey et beynin içerisinde değerlendirilen elektrik sinyalleridir. Beynimize görüntü gitmiyor, temas ulaşmıyor… Dolayısıyla esas simülasyonda -buna nöro simülasyon diyebilirsiniz- beynimizin bir dış dünya yaratması söz konusu ve bu dünyada, bu evrende bir insan ne biliyorsa onlar aslında kendi zihninin ürünüdür. Zihnin bir projeksiyon, dolayısıyla bir insanın ya da herhangi bir canlı varlığın dış dünyada gerçekten ne olduğunu algılayabilme şansı yok. Evrimsel olarak alıcıları neye izin veriyorsa o kadar bilgiden bir yorum çıkarıyoruz yani kendi zihnimizin yarattığı bir dünyada yaşıyoruz! Bunu fark etmenin ne faydası var: Zihnini değiştir, dünyan değişsin! Bilimsel bir hakikattır.
MÜZİK BİE HACKLEME SİSTEMİDİR
*Müzikle uğraşıyorsunuz. Müziğin bizim hayatımızdaki etkisi çok büyük ve binlerce yıldır var. Bu durumu nasıl tanımıyorsunuz?
SC- Sesle iletişim kuran canlılar olarak birbirimizin duygusal durumlarını anlarken, beden dilinin yanında ses tonunu da çok önemli bir araç olarak kullanırız. Ses tonundaki en ufacık bir değişiklik bize karşı tarafın ruh haliyle ilgili çok net bilgi verebilir ve buradan bilgi alabilmek için öyle incelikli evrilmiş bir sistemimiz var ki biz bu sistemi yapay ses dalgaları kullanarak hackleyebiliriz. Bu hackleme sisteminin adı ‘müzik’tir. Ritim, melodi, armoni dediğimiz katmanlardan oluşan müzikal yapı bizi duygudan duyguya sokabilir. Kendinizi kötü hissettiğinizde neşeli müzik dinleyemezsiniz. Biz o müziği dinlediğimizde, o duygumuzu beste yapan kişinin anladığını düşünürüz ve bize iletişim hissiyatı verir. Dolayısıyla bu bir dertleşme yöntemidir. O yüzden ruhumuzu etkileyen müzikler yapanlara adeta taparcasına hayran oluruz. Müzik o yüzden büyülüdür ve ilham verir.
SOHBETTEN İZLENİMLERİM
*Evet nörolog ama aynı zamanda bence o Bir sosyolog, tarihçi, uzay bilimci, psikolog, analizci, araştırmacı kafa yapısını yüreği ile birleştirmiş bir sufi
*Sözünde duran
*Nazik
*Şefkat duygusu önceliği
*Espri anlayışı yüksek
*Zorlamasız bir tarza sahip
KİMLİK
Burcu: Koç
Okuduğu okullar: Ondokuz Mayıs Ün. Hacettepe Üniv. Atatürk Lisesi
Aile: 3 Çocuklu
İlgi alanları: Okumak-konuşmak-rock müzik
%YÜZDE YÜZ
1-Senin için yüzde yüz tek gerçeklik nedir? Her şeyin geçici olduğu
2- Yüzde yüz olmak istediğin yer neresi? Sakin herhangi bir deniz kıyısı
3- Yüzde yüz güvendiğin kişi? Annem
4- Yüzde yüz bilmek istediğin şey? (kimsenin bilmediği ve senin öğrenmek istediğin bir şey) Ben kimim?
A-KİMSİN?
1-Kimin beyninde olmak isterdin?-düşüncelerini merak ettiğin- Hz Muhammed
2-Kimin gözleriyle dünyayı görüp, algılamak isterdin? Bir bebeğin
3-Bir İCAT olsan hangisi olurdun? Çatal
B-NOKTALI YERLERİ DOLDUR?
1-…… çok iyi yaparım: Düşünmeyi
2- …hiç beceremem: Dans etmeyi
3-Çevrem beni ….. biri olarak tanımlar: gamsız
4-Az kişi bilir ben ….. biriyim: hüzünlü
C-MANEVİ ANLAMDA YAŞAMDAN
1-Kazandıklarım Anlamanın zevkini öğrendim
2-Yatırımlarım: Saçlarım :)
D-SANA DAİR KISA KISA
*BİLİM İNSANI Olmasan ne olmak isterdin? Gezgin
*30 yıl önceki haline döndün, ona ne öğüt verirdin? Çok da kafana takma
*Hayat motton varsa nedir? Bu da geçer ya hu
E-İYİ Kİ…
*İyi ki yapmışım: Evlenmek
*İyi ki kabul etmişim: Tıp fakültesinde master teklifi
*İyi ki başladım: Gitar çalmaya
*iyi ki yapmamışım: Tüm hatalarım!