FÜREYA KORAL İLE YOLLAR KESİŞİYOR
*Hocam sizin dönemlerinizde zaten sanat, seramik hem maddi gelir olarak, hem de olanaklar açısından çok kısıtlıydı... ‘Mühendislikten çıkıyorum, seramik istiyorum’ dediniz bunu nasıl kabul ettirdiniz?
TK- Ettirmedim ki… O dönem sınıfı geçebilmek için bütün dersleri vermeniz gerekiyor. Ben de iki dersten kalmıştım. Birinin sınavına girmemiştim; diğerinde de sirk gelmişti, merak ettiğim için sirke gitmeyi tercih ettim. Sirk bana daha cazip gelmişti. Elektrik mühendisi olacağım ama ben elektrik düğmesini çevirmekten mutlu olmayan bir adamım. İki dersten kalınca boş vaktim çok oldu. Ben de sürekli üretmek istiyorum. Füreya (Koral) Hanımın ismini biliyorum. Fransız Kültürde bir sergisi var. Her gün Füreya Hanım'la tanışabilmek için Fransız Kültür’e gittim ama bir türlü rastlaşamadık. En son gün gördüm. Kendimi tanıttım. ‘Seramiğe ilgi duyuyorum, beni öğrenciniz olarak alır mısınız?’ dedim. Beni tanımıyor, ‘bu kadar istekliysen önce torna çekmeyi öğrenmen gerek, Sonra bakarız’ dedi ve beni Hasan Usta’nın yanına bir ay çalışmaya gönderdi. Sonradan fark ediyorum, çok zekice bir davranıştı. Ustadan benimle ilgili bilgi alacak ve ona göre öğrenciliğimi kabul edecek ya da etmeyecekti. Ben o dönem Nişantaşı’nda oturuyorum. Hasan Usta’nın yeri Göksu’da. Dört saatlik yol. Dört araç değiştirerek gidiliyor. Benim belli bir bütçem var. Yol parası, Hasan ustaya verdiğim ücret ve aileme bundan bahsetmiyorum. Yemekten, gezmekten kısıyorum. Füreya Hanım’ın öğrencisi olmamı kabul etti. O dönem beni anlayan teyzeme dert yanıyordum. Teyzem de ‘ bu böyle olmaz, anne neden Nejat Beyle konuşmuyor?’ dedi. Bu konuyu Nejat Bey’e açtı. O da ‘tamam, yurt dışında okuması için ben burs vereyim’ dedi. Almanya’da bulunan okul benden bir sene fabrika stajı istedi. O dönem Eczacıbaşı’nın Sanat Atölyesi kurulmuştu. Atölyenin kuruluş aşamasında beni stajyer olarak aldılar. Çok kıymetli hocalar vardı. Ağır işlerin olduğu, teknik ve güç isteyen alanlarda çalıştım. Yoğun geçen bir ayın sonunda sanat atölyesine geçebildim. Sonrasında Taylan seramikte işe girdim. O dönemlerde yurt dışında okuyabilmek, burs alabilmek şimdiki kadar kolay değildi. Bir senede sadece 60 kişi o hakkı sınavla kazanabiliyordu. Ben de o sınava girdim ve kazandım. Şartlar çok zorlayıcıydı. Almanya’da tanıdığım kimse yoktu ve bir kelime Almanca bilmiyorum ama hedefim var.
*İyi ki Almanya’ya gitmiş misiniz?
TK- Almanya değil de başka yere gitmem daha doğru olabilirdi ama Almanya’da da kazandığım çok şey var. Benim Almanya’yı seçme nedenim teknik ve çalışkan oluşlarıydı. Benim okulum harp sonrası Almanya’sının eğitim sisteminin ilk hayata geçirilen alanıydı. Önce teknik geliyordu. Ben orada yaptığım ürünle ne yapıyorum? ne için ne üretiyorum? nerede satıyorum? kime hizmet vereceğim? ve nerede hizmet vereceğim? Sorularının cevabını bilerek üretirdik. Harp sonrası o yıllarda 40 metrekarelik bir yerde kısıtlı bütçelerle tüm bunları öğrenip, hayata geçirmeye çalışıyordum.
*Tüzüm Hocam seramik sanatını zanaattan ayıran özellikler nelerdir?
TK- Zanaatkar olmadan sanatkar olma şansınız yok. Sanat kişisel bir şey ama zanaat öğrenilebilen bir şey. Siz bir şey yapmak istiyorsunuz ama herhangi bir teknik aksaklıktan dolayı yapamadığınızda önünüz kesilir. Zanaat, endüstriyel ve fonksiyonel ile sanat arasındaki fark zaten çok net belli. Eğer ben fonksiyonel olmak için üretiyorsan, neden, niçin, niye var? soruların cevabı için yapıyor, yapılan şey de belli bir hedef için yapıyorsan, sen özgür değilsin demektir ve o zaman o sanat olmaz!
*Ama mesela öyle bir kâse yapılıyor ki, o bir sanat eseri olamaz mı?
TK- Hayır, o kâse sanat eseri olamaz. Siz onu kâse diye adlandırdığınız an onun sanatla ilişiği biter ama siz o kâseye baktığınızda kullanma duygusu yüklemeden bakıyorsanız işte o zaman o sanattır. Üç boyutlu her şey heykeldir. Bardak da heykel, tabak da heykel ama fonksiyonel heykel. Fonksiyonel seramik sanat değildir. Fonksiyonel olması, kullanmak amacı ile yapılması sanatçıyı sınırlandırır.
‘SERAMİK BENİM LİSANIM’
*Peki sizde sanat yapma tutkusu ne zaman başladı?
TK- Ben bir şey söylemek istediğim zaman seramik benim lisanım oldu. Ben toprağın dili ile düşüncemi ve isteğimi dile getirdim. Size nasıl iletebileceğimi sorguladığım zaman o bir şey olmaya başladı. Mesela umutla ilgili bir çalışma yapmak istedim ve tohumu ele aldım çünkü tohum umuttur, bir beklentidir.
*Sizce sanat hep güzel çağrışımlar yapmak zorunda mıdır?
TK- Hayır, estetik olan her şey sanat değil ki! Estetik olan bir şey dekoratif de olabilir. Zaten benim yaptığım iş dekoratif algısını veriyorsa, ondan kaçarım. Benim işlerim genelde renksizdir çünkü renk işi dekoratife götürür. Ben objenin kimliği ile ilgiliyim. Onu tek başına var etmek isterim.
‘YÜZSÜZLER’E ALTIN DOKUNUŞ
*Hocam bu sergi ile ilgili ne söylemek istersiniz?
TK- Bu sergide yüzsüzleri görüyorsunuz. Bütün bu yüzsüzlerde genel bir karakter var. Bastırılmış, preslenmiş duygusu var. Preslenmiş arabaları gibi köşeleri keskin… Bilinçaltında sizi oraya götürmek istedim. Porselenle yaptığım çalışmalar bunlar. Porselenin şöyle bir özelliği var: içinden gelen bir ışık vardır. İnsanın da fiziksel görüntüsünün dışında, içinden gelen bir ışık vardır. O yüzden porselenle anlatmaya çalıştım ve benim çalışmamın adı ‘yüzsüzler’. Benim etrafımda gördüğüm, duygularını yitirmiş, saygısız, liyakatsız, bilinçsiz, sıkıştırılmış, preslenmiş, sadece maddi değerlerin öne çıktığı insanlar… Maddi değer olarak da altını kullandım. Hepsinde de altın var; kiminin gözünde, çok yemek yiyenlerin ağzına bulaşmış bir şekilde yerleştirdim. Preslenmiş duygusunu vermek için de köşeli ve plaka haline getirdim.
*Sanatta kendinizi nereye konumlandırıyorsunuz?
TK- Sizin yazdığınızı birisinin okuyabilmesi için sizin dilinizi bilmesi lazım. Sizin dilinizi anlayacak biriyle karşılaştığınızda zaten en büyük ödülü almış oluyorsunuz. Çok başarılı bir insansınız ama sizi değerlendiren jüri sizin tarzınızda düşünmüyorsa o da bir şey ifade etmez.
*Eseri yaratırken anlaşılır mıyım diye endişe taşıyor musunuz?
TK- Taşıyorum tabii. Benim hedefim çok insana ulaşmak. Onun için ipuçları koymam lazım. Ben paylaşmak istediğim için bu kaygılar var. Mesela evine pano yaptırmak isteyen kişiyi tanımalıyım. Mesela postana binasındaki çalışmamda Ege’nin kuşaklarındaki motifler var, kuş motifi var. Aynı zamanda bereket ağacı var. Yani aslında Müslüman mahallesinde salyangoz satmayacaksın.
‘AYAKTA DURABİLMEK İÇİN NE YAPMAM GEREKİYORSA YAPTIM’
*İşinizi yaparken mutlaka düşüşler yaşamışsınızdır. O dönemlerdeki motivasyonunuz neydi?
TK- ‘Ben nerede yanlış yaptım?’ diye sorguladım. Yaptığım işten utanmadım. Pazarlamak için ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım. Zamanında nazarlıklar yaptım, çantamı doldurdum; Kuşadası, Bodrum, Antalya otobüsle dolaştım. İlk konsinye bıraktım; sonra satışlar olunca konsinye vermedim, %50’sini peşin istedim. Ayakta durmam gerekiyordu. Bunun için ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım. Vitali Hakko ile çalıştım ve kendisinden çok şey öğrendim. Vakko’ya yaptığım zeytin desenleri hala daha kullanılıyor. Her seferinde yeni bir şey düşünebiliyorum. Fonksiyonel ürünlerimin altına imza atmam ama özel bir iş yapıyorsam altına imza atarım.
Yurt içinde, yurt dışında birçok müzede işlerim, uygulamalarım var. Duvar panolarım var. Mimari panolarım çok fazla. Yurt dışında yönetiminde olduğum kurumlar var. Ege Üniversitesi EgeArt’ın sekiz senedir küratörlüğünü yapıyorum. Kuşadası’nda Ahmet Nuri Göçen Vakfı’nın seramik bölümünü idare ediyorum. Ayrıca Menemen, Karacasu gibi yerlerde geleneksel seramik yapan, kendilerini ezilmiş hisseden ustaları çağırıp, uluslararası sanatçılarla bir araya getiriyorum.
*Beğendiniz eser var mı?
TK- Beğendiğim sanatçılar çok var ama bir eser dediğimizde bu bir yerde biten bir iş değil. Sizin kendi gelişiminiz ile ilgili. Ben bugün bunu severim; eğer gelişiyorsam yarın başka bir şey severim. O günün şartlarıyla, bilgimle beğendiğim şeyler değişebilir.
*Hocam seramik atölyeleri çok çoğaldı. Bu konuyla ilgili düşünceleriniz nedir?
TK- Kötü! Küstahlık derecesinde suistimal var. Parası var, bir yerlerde görmüş… Gidiyor, fırını alıyor, hemen seramik dersi vermeye başlıyor. İzmir’de çok var!