Payıma Düşen Zorluklardan Geçtim: Şevval Sam
2024 yılın ilk röportajı çok sevdiğiniz bir sanatçıdan geliyor.
Yaptığı her işi cazibeli kılan, sanatını katlayarak büyüten, yeniliklere deneyim ve samimiyetini koyarak farklı kapılardan geçen; sevdiklerine başka ufuklar açabilen zeki, yürekli ve güzeller güzeli Şevval Sam ile bir araya geldim.
Yaptığım röportajlarda bazen içimden ‘keşke okuyucularım da şu sohbeti canlı benimle dinleyebiliyor olsalardı’ diyorum. Şevval Sam ile Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetlerde gerçekleştirdiğim bu sohbet de onlardan biri oldu. Aynı keyfi alacağınıza ve kesip saklayacak kadar özel cümleler yakalayacağınıza eminim.
Harika bir yıl diliyorum, sevgilerimle
MÜZİK BENİM ANADİLİM
*Çok renkli bir karaktersiniz… Başarı için tek şeye odaklanmamız gerektiği söylenir hep…Sizin bunu kırmanız zor oldu mu?
ŞEVVAL SAM- Ben biraz gezgin ruhluyum. Bu yüzden bu bakış açısını çok da umursadığımı söyleyemem; tek hedefim başarı olmadı çünkü…Sanat benim için hayatı algılayış biçimi. Sanatçı, beyaz ışığı gökkuşağının renkleriyle görme yetisiyle gelmiş bir yapıdır. Ben de bu hediye ile gelmiş biriyim. Bu gerçekten bir hediye; böbürlenmek için değil; sadece bu, var olan paketin içinde…Tabii insanın hem yapabildiği, hem de sevdiği işin aynı olması büyük bir şans. Bunların üzerine aktif olarak yaptığınız iş de aynı ise, başarı zaten organik olarak geliyor. Dolayısıyla önce insanın, kendini nasıl ifade etmek veya varlığını tezahür ettirmek istediğini bulması gerekiyor.
Bu yüzden ben hep ne yaptıysam, öncelikle kendim için yaptım ve yapıyorum. Müzik benim için bir ifade, bir konuşma dili. Hatta anadilim diyebilirim. Kendimi en iyi, müzikle ifade edebiliyorum. Öte yandan Güzel sanatlar mezunuyum. Okul bana kesinlikle bir estetik disiplin kazandırdı. Hayatımın bir noktasında görsel sanatlara dönmek istiyorum. Resim yapmayı da çok özledim. O başka bir meditatif süreç. Oyunculuk da öyle..insana dair bir sürü keşif alanı. Bizler insan hikayeleri anlatıyoruz. Ben kendi sürecimde hayatı deneyimledikçe, o hikayeleri daha iyi anlatmaya başladım. Az önce dediğim gibi müzik ise benim için bir ana dildir; bana müzikle her şeyi anlatabilirsiniz… Hep şöyle derim; ‘kuşlar uçar, Şevval şarkı söyler.’ Şarkı söylemek benim için bu kadar doğal bir ifade yolu. Ama şu çok net; sanatın, dokunabildiğim her dalı, hayat yolculuğumda bana rehberlik etti; hayatı algılayış biçimimi oluşturdu.
*Leman Sam gibi muhteşem bir sanatçı annenin kızısınız. Kendi anneliğinizde onu prototip aldığınızı düşünüyor musunuz?
ŞS- Anneliğim annemle benzerlikler taşıyor tabii ki.. İnsanın gördüğü neyse, uyguladığı da o olabiliyor. Oradaki en ince çizgi şu: Bu kadar güçlü bir figürden bağımsız, kendimi var edebilmem ve kendime ait bir yol çizme sürecim zannedildiği kadar kolay olmadı. Ama bizde şöyle bir şey vardı; annem bize kendi parmak izimizi keşfetmeyi öğretti. 9milyar insan varsa, 9milyar farklı parmak izi var öyle değil mi? Her şeyim aynı olsa bile kendime ait bir DNA şifrem ve bir parmak izim var.
Özgünlüğünüzü keşfedebilirseniz, yaptığınız her şey sadece size ait olacaktır. Bir anne olarak ben de bu bilgiyi organik bir biçimde Taro’ya da aktardım tabii ki.. ‘Özgür ve özgün’ yetiştirme farkındalığında bir annenin kızı olarak kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu böyle olmasaydı yolculuğumda kendi parmak izimi bulmam çok daha zor olurdu. Öte yandan benim cesur bir yapım da var. Risk almaktan, hata yapmaktan hiç korkmadım. Çok küçük yaşlardan itibaren insanların gözü önünde büyüdüm. Tüm yanlışlarım organik bir biçimde herkesin gözü önünde cereyan etti. Herkes benim bu gelişim ve büyüme sürecime şahit oldu, zor dönemler de oldu ama ne yapalım..benim hikayem de böyle gelişti. Ama ben hikayemi seviyorum.
*Tüm bu anlattıklarımız aslında iddialı olmayı da gerektiriyor ama sizin iddianız çevre ile değil tamamen kendi içinizle gibi görünüyor…
ŞS- Meşhur “Sağır kaplumbağa” hikayesi vardır ya…Ben hayatımı sağır kaplumbağa olarak geçirdim. Benim derdim hep kendimle oldu. Eleştiri ile beli bükülen, iltifatla başı dönen biri hiçbir zaman olmadığım için kendi iç değerlendirme ve öz eleştiri mekanizmamı geliştirdim. Bir şeyin yanlış olduğunu düşünüyorsam herkes ‘muhteşem’ dese bile ben ikna olmam, tam tersi de mümkün: herkes ‘yanlış’ dese de ben neyi, neden yaptığımı biliyorsam, yaptığımın arkasında dururum.
DÜRÜSTLİK VE SAMİMİYET ÇOK ÖNEMLİ
*Müthiş bir oyunculuğunuz var. ‘Yasak Elma’daki ‘Ender’ herkesin çok beğendiği bir karakter oldu. Zor bir karakteri nasıl sevdirebildiniz?
ŞS- Ender karakterini sevdim. Orada da başta bir mücadele verdim tabii ki.. İzleyici genelde konfor alanından çıkmak istemiyor. Sizi bir karakterde beğendiyse hep o karakterde görmek istiyor. Oysa ben müzikte de, oyunculukta da bunları kırma ve hep yeni konfor alanları yaratma derdine düşüyorum. ‘Kitlem beni kabul etmedi’ gibi bir kaygıya kapılmak yerine, yine inandığım fikre sahip çıkmayı seçtim ve inandığımı yaptığım ölçüde de yeni keşiflerim oldu. Bu keşif süreçlerinde kendimi de tanıdım. Hem kendi içimde hem insan malzemesine dair çok şey öğrendim. Hayatı öğrenirken bu tip karakterlerle karşılaştım. Bunların sonunda da Ender karakterinin psikolojik içeriği, tarzı ve tavrı, beden diline yansıması, gelişti. Neyse ki ben kamera durduğu anda o karakterle arama mesafe koymayı becerebilen biriyim. Yoksa Ender karakteri içinde yaşamak çok zor olurdu:)))
*Ama içselleştirmek önemli değil mi?
ŞS-Her şey bir yana..Gerçek, dürüst ve samimiyseniz kurduğunuz bu bağ izleyiciye geçiyor. Gerçek olan bir şey de izleyici taraftan karşılık buluyor. Hata yapabilirsiniz, hatanın toleransı vardır ama kötü niyetin toleransı yoktur. Tabii ki ticari bir takım kaygılar vardır ama bunu da dürüstçe yapmak önemli. Çekirdeğini gerçek kılmak gerekiyor. Tüm o bilgilerin özünden çıkması gerekiyor. Dürüstlük bence çok önemli, samimiyet çok kıymetli. Yaptığım her işte, kurduğum her ilişkide aynı dürüstlüğü ve samimiyeti muhafaza etmeye çalışıyorum. Çocuğumla, annemle, hayatımdaki insanla, dostlarımla, işimle olan ilişkimde, hep aynı..Bu önce kendinize gösterdiğiniz öz saygı, sonra dış dünyaya gösterdiğiniz saygıdır. Sıcak ve sevgi dolu bir saygıdan bahsediyorum.
*Egodan sıyrılmış, yüreğini ve zekasını mesleğine çok güzel şekilde entegre etmiş bir kişi duruyor karşımda. Naif biri misiniz?
ŞS- Yakın zamana kadar gerçekten naif biriydim ama şu anda “tercihen”naifim. Naif tarafım “tercihen” de olsa, onu kaybetmek istemiyorum. Sanatın insanda yarattığı çocuksu enerji ile eşdeğer buluyorum naifliği…Sanata dair İçimdeki o naif hevesim, neşem ve merakım hiç bitmiyor.
Bu yüzden kafası hiç durmayan, sürekli yeni bir şeyleri deneyimleme ve üretme derdinde olan biriyim. Bu sanatın herhangi bir dalı tasarım, herhangi bir fikir, proje, müzik, oyunculuğa dair bir şey olabilir; hiç fark etmiyor.
BÜYÜK DERSLERDEN GEÇTİM
*Peki o içinizdeki çocuk hiç yorulmuyor mu?
ŞS- Severek yaptığım hiç bir şey beni yormaz. Sadece paylaşmak istediğimde ve paylaşmamı engelleyen insanlar ve koşullar olduğunda yoruluyorum. Müzeyyen Müzikali çok emek verilmiş, çok özenilmiş, uzun yıllar oynaması gereken ama yeteri kadar kıymet verilmemiş bir projeydi mesela…Yapmak istediklerimi yapamadığım yerlerde hüzün yaşıyorum. Bana üretmek ve kreatif enerjiyle temas etmekten daha çok hiç bir şey haz vermiyor. Anlaşılmadığımda veya yanlış anlaşıldığımda, ön yargıyla önüm kesildiğinde, gerçek niyetimin algılanmak istenmeyişinde yoruluyorum. Gerçekten naif olduğum dönemlerde çok büyük derslerden geçtim. Ama bu benim sanatla kurduğum bağda belimi bükemedi. Bu yüzden şimdi naifliğimi bir kenarda hala “tercihen” muhafaza ediyorum ama artık teknik olarak bazı şeyleri nasıl yapmam gerektiğini bir yetişkin olarak daha iyi biliyorum. O çocukla yetişkini, yaptığım işlerde bir araya getiriyorum ve kime, neyi, nasıl anlatacağımı artık daha iyi biliyorum. Hayatın işletim sistemini sezmeye başladım sanırım.
*Ama kimseyi de karşınıza alarak yapmadınız tüm bunları!
ŞS- Kendimi öfke ile ifade ettiğim dönemlerim de oldu. Biraz da gençlik heyecanı tabii. İdealist bir yapım var; haliyle başım çok da belaya girdi. Tek dayanağım her zaman, niyetim oldu. Yanlış anlaşılabilecek bir ifade kullanmış olsam da, hep kalbimdeki iyicil niyeti takip ettim. Zaman içerisinde teknik olarak ‘ne söylediğimin değil, nasıl söylediğim’in daha önemli olduğunu öğrendiğim bir süreçten geçtim. Dolayısıyla bugün aynı şeyleri söylüyor ama daha pozitif bir dil kullanıyorum. Yaş ve yaşamak böyle bir şey. Deneyim, öğrenme, derslerini alma ve ezber etme ile geçiyor hayat..
MERAKI KAYBETMEMEK ÖENMLİ
*Yaş aldıkça güzelliğiniz katlanıyor…Ruhunuz zaten genç. Yaş almak, genç kalmakla ilgili ne düşünüyorsunuz?
ŞS- Gençlik, aslında insanın neşesi, hevesi ve merakını kaybetmediği müddetçe muhafaza edilebilir. Sağlığa iyi bakmak koşuluyla. Yoksa yaşlanmak harika bir şey ve hala hayattayım demek! Ben yaşlanmaya “yaş almak” demiyorum. Kimi kandırıyorum ki? İhtiyarlamamak önemli. Hayattan geri kalmamak, merakı, hevesi kaybetmemek önemli.. yoksa hayat kolay değil, hiç birimiz için değil ama isyan etmemek lazım. Ben de payıma düşen zorluklardan geçtim ziyadesiyle…‘Ben bunu neden yaşıyorum?’ diye bir isyanla çıkmadım. Tam tersi, arzın merkezi ben değilim diye düşündüm hep. Benden daha büyük mücadele veren insanlar var. Acılar mukayese edilemez. Herkesin payına düşen travmalı veya zorluklarla dolu hikayeleri var. Benim de var tabii ki ama ben “hikaye” seviyorum. Hikayemi de çok seviyorum. Acısıyla tatlısıyla hayat böyle bir şey. Bütün yaşadıklarımı hikayeleştirmeye başladığımdan beri ‘bu benim senaryom’ diye bakıyorum. Herhangi bir travmayı, deneyimi hikayeleştirdiğiniz zaman onu iyileştiriyorsunuz. Hepimiz iniş çıkışlar, acılar yaşıyoruz. Onlardan beslenme haline dönüşmemek, hikâyeleştirebilmek sizi de ve aslında başkalarını da iyileştiriyor çünkü o zaman bir iyimserlik hali geliyor. Sürekli gülüyorsunuz ve artık her şeyi öyle algılamaya başlıyorsunuz. İnsanın ayaklarını yere basmasına vesile oluyor. Bu da insanı güçlendiren bir şey.
*Hiç siyaset düşündünüz mü? Böyle bir teklif geldi mi?
ŞS- Herhangi bir siyasetçiden çok daha güçlü bir yerde duruyorum. Bazı siyasetçilerin ideolojik ayrılıkları oluyor. Benim için her şey koşulsuz sevgi kategorisinde yer alabilmeli…Kolay değil tabii ama evrensel bir doğru bu. Dünyada bu kadar müthiş renkler varken ben niye kitlemi ayrıştırıp, böleyim? Sadece yaptığım işin hakkını vererek yapmak noktasındayım artık. Sanat her türlü ayrımcılığa karşı güçlü bir birleştirici unsur.
*Hiç durmayan, sürekli üreten biri olarak yeni projeleriniz var mı?
ŞS- Ben hayattaki bir çok şeyi, deneyimleyerek öğrenmiş biriyim. Hayatımı da bu şekilde zenginleştirdiğimi düşündüğüm için hevesim, merakım hiç bitmiyor. Bu hayatta bana en çok haz veren şey sanat. Dolayısıyla sanatın da bir çok dalını deneyimlemek istiyorum. Öyle olunca insanın zihni hiç durmuyor. Sürekli üretmek istiyorsunuz. Öyle ki; ömrüm, yapacaklarıma yetecek mi kaygısı yaşıyorum bazen.. şu anda bile sahne üzerinde 3 farklı konser konsepti yapıyoruz. Bizim en eğlenceli büyük ekip konserimiz, Rock şarkılarını ince saz eşliğinde ve en minimal haliyle deneyimlediğim “Rock’ı Severiz “ konsepti, ve en son hazırladığımız, İbrahim Yazıcı’nın şefliğinde, “Aşkı Bulacaksın’ adlı, konseptimiz var.
Farklı formlarda aşk şarkılarının olduğu, Fransızca, İtalyanca, Türkçe, Yunanca ortak şarkıların, Türk valslerin, tangoların, benim bestelerimin, Karadeniz şarkıların olduğu harika bir konsept. Bunları yapmaya doyamıyorum. Albümlerde de öyle oldu hep. Alaturka, etnik, tango, arabesk, ninniler..
Has arabesk albümü önemliydi çünkü sınıf ayrımcılığına bir bakıştı o çalışma. Alaturka, iğne oyası gibi olan nağmeleriyle benim için çok zariftir ve her zaman bir cazibe alanıdır. Rock’ı Severiz’de Rock şarkılarını en minimal halde ve çok bambaşka bir halde yapabilir miyim? diye deneyimleme süreci…İddia peşinde koşmadım hiç, ben hep deneyimleme derdindeyim.
*Şarkıları orijinal diline çok uygun bir şekilde söylüyorsunuz. Bunun için özel bir eğitim alıyor musunuz?
ŞS- Karadenizli olmayıp, Karadeniz şivesinden dolayı Karadenizli zannediliyor olmamın altında yatan şifre şu: Karadeniz şivesinin bir müziği ve ritmi var. Müzik kulağınız olduğunda, onu müzik gibi algılıyorsunuz. Dil bir müzik gibi algılandığı zaman telaffuz edilebiliyor. Bizim ailecek dile yatkınlığımız var ve belki 20’den fazla dilde şarkı söylüyoruz hepimiz. Bu dillenin hiçbirini konuşmuyoruz ama oradaki ses ve nüansları duyabildiğimiz için oralı gibi algılanacak ölçüde doğru vurguluyoruz sanırım. Zaten mükemmel olmak zorunda da değil. İlginç olan aksanlı olması be çaba olması. En son Sofya’da Bulgarca bir şarkı söyledim. En eğlendiğim şeylerden biri, farklı dillerde ve aksanlarda şarkılar söylemek..
SOHBETTEN İZLENİMLERİM
- Çok özenli, itinalı, işinin her detayını titizlikle yapıyor
- Giyimi renkli ve kaliteli
- Giyimi renkli ve kaliteli *Çok samimi
- Deneyime önem veren biri
- Hayat algısı çok yüksek
- Zarafetin güç ile buluştuğu güzellik
İkili Seçeneklerden (pembe olan kısımlar konuğun tercih ettikleri)
Koşu Yürüyüş
Sabretmek Sıkılmak
Susmak - Konuşmak İkisi de
Dans Etmek - Oturmak İkisi de
Klasik - Modern Yerine göre
Dobra - Politik Yerine göre
Samimi - Mesafeli İkisi de
Uykucu - Uykusuz Hiçbiri
Sakin - Heyecanlı Değişken
Kitap - Dergi İkisi de
Doğa - Konfor İkisi de
Kedi - Köpek ... ve diğerleri
Güneş - Yağmur Hepsi
Çay - Kahve İkisi de
Et Ot
Disiplinli - Rahat İkisi de
Unutur - Affetmez içeriğe göre
Tatlı - Tuzlu İkisi de
Çin Yemeği İtalyan Yemeği
Şarap - Rakı İkisi de
Esprili - Ciddi Yerine göre