İşte Okan Bayulgen!
O bir anti-kahraman. Herkesin bir birini pohpohladığı ekranlarda o düşündüğünü kılıfa gerek duymadan açıkça söyledi. Sığlığa, salaklığa tahammülsüzlüğünü dile getirdi. Dayanaklı, içi dolu, deneyimli, düşünen, algısı ve zekası yüksek sanatçı, oyuncu, televizyoncu Okan Bayulgen’den gelince bu tepkiler ister istemez dikkate alındı. Sivri olmayı göze aldı. Sıradanlıktan uzak, enerjisi yüksek, yenilikçi müthiş bir sanatçı O.
Kendi yazıp, yönettiği ve müthiş bir performansla başrolünü üstlendiği 3.Richard, çok katmanlı, iç içe geçen akışı, yüksek temposu ve canlı orkestra eşliğinde seslendirdiği şarkılarıyla izleyiciyi içine alıyor. Geçmişten günümüze değişmeyen ama insanı ve toplumları değişime zorlayan, felsefi metne sahip, sabit fikirleri yerinden oynatacak ve zamanın ötesinde bir tiyatro oyunu olan 3. Richard kaçırılmaması gereken bir oyun.
Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetlerde ‘birilerine bir ilham ver’ diyen Okan Bayulgen ile sıradışı, fikirlerin uçuştuğu, derinliği ve esprileri ile renkli hem de çok renkli geçen sohbetimizden ‘ilham’ almanız ümidi ile…
‘DÜNYADAKİ VARLIĞIN BİR HALTA YARIYOR MU?’
*Entelektüel birikimi yüksek bir sanatçısınız ve fikirlerinizi kaygısızca söylüyorsunuz…Sevilme endişeniz yok öyle değil mi?
OKAN BAYULGEN- Aslında tabii ki böyle bir endişem var. Şov dünyasında, önce tiyatro sonra medyada sadece Türkiye değil, uluslararası kuralları içerisinde yaşayan ve kariyer yapmış bir insanım. Dolayısıyla benim tüm bu kurallardan haberim var. Kendimi olmadığım bir şey gibi göstermeye çalışmıyorum. Tabii ki bugüne kadar aldığım kararlarımın, davranışlarımın arkasında ben varım. Tabii ki muhalif olan, ‘yaşamımı daha huzurlu ve konforlu yürüteyim’ demeyen, korkmayan bir insan var. Ben de bir gazeteciyle, bir sanatçıyla, bir müzisyenle aynı toprakları paylaşıyor, aynı kaderi yaşıyor, aynı üzüntüleri hissediyoruz. Gerekmediği yerlerde ambargolandığım, uzun süre çalışamadığım zamanlar oldu. Başıma bir sürü şeyler geldi. Bu yüzden de kimseye ne kızgınım, ne kin duyuyorum, ne rövanş almak istiyorum. Bunların hiçbirisi yok! ‘Ben bunun için doğmuşum’ dediğim konularda bir şeyler yapmak istiyorum. Çevreme bu şekilde mutluluk verebilirim. Bu daha çok bizim eski neslimizin önem verdiği bir şey. Bu bir yaşam prensibidir. Yaşamın zaten amacı budur. Karşı taraftan beklemeden ‘bunu ben yapmalıyım, hak etmeliyim’ diyen bir neslin çocuğuyum. Dünyadaki varlığın bir halta yarıyor mu yoksa sen sadece tüketip gidecek misin?
‘SEVİLME ENDİŞEM VAR!’
*Ama yine de bildiğinizi söylüyorsunuz, sevilme endişeniz olmadığı aşikar!
OB- Aslında var ama olmamalı! Varlığının bir işe yaraması lazım. Dünyaya zarar verip gitme! Bir yer daha işgal edip, tüketip, zarar verip gitme! Bu varlığın yakın çevrene ya da yaptığın işe göre bir faydası olsun. Bir şeyleri değiştirmiş ol, bir şeyleri kımıldat, birilerine bir ilham ver! Televizyonlarda, sahnelerde yaptığın zaman bu işin etkisi daha geniş kitlelere oluyor. Daha küçük bir etkimiz de olabilir. Sadece çocuk da yetiştirmiş olabilirsiniz bu hayatta, iyi çocuklar yetiştirmişsinizdir; tamamdır! Sen o zaman işlevini tamamlamışsın demektir. Oradan oraya savrulup, ne istediğini bilmez bir şekilde sadece tüketmedin. Bütün bu obezitinin içinde, bütün o zombilerden biri olmadın! Benim derdim hep bu oldu.
3.RİCHARD İLE ‘ÖTEKİ’ OLMA MESELESİNİ ELE ALDIK
*Richard 3 beni çok etkiledi. Oyunla ilgile ne söylersiniz?
OB- Bu bir kumpanyanın gönüllü tiyatrocularının bir araya gelip, dünya ölçeğinde Shakespeare’in 3. Richard ile sığınmacı ve ‘öteki’ olma meselesini ele aldığı bir oyun. Bizim ülkemizin bir numaralı sorunu çünkü biz hem göçmen alıyoruz, hem göçmen veriyoruz. Aslında bütün dünya aynı anda birbirini ötekileştiriyor ve ötekilik çok önemli bir sorun.
Richard bizzat kraliyet ailesinde doğmuş, hiçbir zaman kral olmayacağı düşünülen ama zorla tahtı ele geçirmiş ve çocukluğundan itibaren bir ‘öteki’ olarak İngiltere krallığında halkın çok da sevdiği bir kral olmuş biri. Fakat Richard’dan sonra Yorklardan kimse kalmadığı için iktidarı ele geçiren Tudorlar tarafından iktidar yazarı Shakespeare’e ısmarlanan bir oyunla öteki ve canavar haline getirilmiş. Olmayan çolaklığı, olmayan topallığı kendisine yakıştırılmış çünkü o yüzyılın inancına göre tanrı kötü insanları sakat bırakıyor ki başka insanlar onların içindekini görsünler diye. 2012 yılında Richard’ın kemiklerinin bulunmasından sonra yapılan araştırmaya göre Richard’ın hiçbir vücut arâzı olmadığı ortaya çıkıyor. Bahsedilen bir skolioza var ama bu dışarıdan görülmeyecek bir skolioza
Dolayısıyla oyunun başından beri biz Shakespeare’e şunu soruyoruz: bir iktidar yazarı olarak, nasıl oluyor da bu adamı nasıl bir canavara dönüştürdü? sen nasıl bir karakter yarattın ki bunca yıl bütün kraliyet silsilesi içerisinde sadece en az krallık yapmış olan bu adam, en çok hatırlanan kral ve tudorlar üzerinden hala hüküm süren bir lord korkusu olabiliyor? Çünkü Kraliçe Elizabeth ölmeden önce kulede boğdurulan çocukların kemiklerinin incelenmesine izin vermiyor. Charles 3 iş başına geldikten sonra ilk yaptığı şey annesinin tersine, bu izni vermek oldu. Hatta şu sıralarda adli tıp incelemesi devam ediyor ve belki de yorkların sona ermediği, devam ettiği anlaşılacak. Bu İngiltere üzerinde çok büyük bir problem doğurmaz ama etkiler. Bu aktüel olan mesele, peki başka bir soru soruyoruz: Niçin bütün dünya hala Richard’ı böyle çirkin göstermeye devam ediyor? Niçin Türkiye’de bir tiyatro kumpanyası dışında herkes bu adamı daha da çirkinleştirerek, canavarlaştırarak oynamaya devam ediyor?
*Peki oyunuzun mesajı ne?
OB- Bizim oyunun söyleminde şöyle bir şey var: Üst insan ya da sıradan insan. Bir sıradanlığı göklere çıkartırsan, üstün insan daha iyi yetişmiş, daha eğitimli, daha görgülü, daha donanımlı, daha çok işler yapabilecek insanları bastırıyorsunuz demektir. Aslında politik bir kolekt tavır var. Bunu da ancak benim gibi genç ve modernite kuyrukçuluğu yapmayan, riyakarca moderniteyi övmeyen bir adam söyleyebilir çünkü genelde politik kolekt olmak ve politik gayeler ve ikbal peşinde koşarak çıkarcı toplumda bir yer edinmek için bu şekilde davranan insanlar genelde bu tarz politikalara sığınırlar. Bunun içinde iplerini biraz koparmış, biraz akıl hastası gibi davranan ve ‘hayır, öyle değil, bir dakika! Sizin moderniteniz aslında modernite değil’ diyebilmesi lazım. Bunu ben İngilizlere, Avrupalıları söylüyorum: ‘sizin modern dünyanızda, siz hala Richardlardan korkuyorsunuz’ diyorum
‘TÜRKİYE’Yİ HİÇBİR ZAMAN TERK ETMEYECEĞİM’
*Çok renklisiniz oyunculuktan, şovmenliğe, fotoğrafçılıktan, tiyatroya... Hepsinde de güzel işler çıkartıyorsunuz. Yorulduğunuz oluyor mu?
OB- Yok hayır olmuyor çünkü arkadaşlarımla birlikte yapıyorum. İşler hep bir ekip çalışması ile gidiyor. İstanbul’da bir kabaremiz var. Bursa’da bir ortaklık yapıyoruz. Ankara’da kafeler var. Şimdi Berlin’de bir kabare alıyorum. Berlin’de Almanca kabare yaptıracağım. Çok kimlikli bir ekip oluşturacağım. İranlılar, Türkler, Ruslar, Almanlar olacak çünkü Almanya bunu takdir ediyor. Göçmenleri kapı dışarı mı edelim yoksa asimile mi edelim? diye düşündüklerinde şunu bulmuşlar: Almanya’da ilkokuldaki Alman çocukların sayısı %40 ile %10’a kadar düşmüş. Almanlar da artık farkındalar. Önümüzdeki 20 yıl boyunca yaşlıları da kaybettikten sonra Alman sayısı gittikçe azalacak ve çok kimlikli bir ulus yapısı olacak çünkü aynı şey Türkiye için de, Fransa içinde, İngiltere içinde geçerli. Bu yüzden bundan sonra ulusların yapması gereken şey çok kimlikli olmayı öğrenmek olacaktır. Hiçbir ulus dilini, kültürünü kaybetmek istemez ama başka kültürlerle zenginleşebilir. Bizim Osmanlı imparatorluğumuz buydu, Roma imparatorluğu da buydu. Bir ülke parayı kontrol edebiliyorsa, yasamayı, yargıyı, dili ve kültürü kontrol ediyorsa tüm bunlar o ülkenin yaşaması için yeterlidir.
Dolayısıyla Almanlar bunun bilincindeler. Ben Türkiye’yi hiçbir zaman terk etmeyeceğim. Hiçbir zaman da böyle bir şey düşünmedim. Zaten başka bir ülkedeyken bir ay sonra ülkeme delirerek dönüyorum
*Sıkılgan mısınız?
OB- Evet sıkılganım
*Daha çok kimlerle görüşmekten keyif alıyorsunuz?
OB- Güzel bir çevrem var. Daha çok akademisyenlerle görüşüyorum. Sinema, tiyatro ya da televizyon işi yapan insanlarla her zaman anlaşamıyorum çünkü hala para peşinde koşmayı anlamıyorum. ‘Allah açlıkla terbiye etmesin’ diyorum. Çoğunlukla yüzlerine söylüyorum: ‘çok fakirlikten geliyorsunuz, normaldir anlıyorum’ diyor.
‘SERVET DÜŞMANIYDIM’
*Peki sizin parayla ilgili kaygılarınız yok mu?
OB- Hayır, hiç böyle bir kaygım yok! Hiçbir zaman apartman dairesi biriktirmedim. Ben bir burjuva çocuktum, zaten paraya karşı bir tavrım vardı. Servet düşmanıydım. Bu yüzden şöhret ile beraber parayı yeni bulmuş gibi davranmadım. Bu konuda hiçbir görgüsüzlüğüm olmadı. Bunu bütün sanat çevresi bilir. Hiçbir zaman evler, arabalar peşinde koşmadım, bunları biriktirmedim. Hayatımda hiçbir yerden kira almadım ve bunun ne olduğunu bilmiyorum. Paramı borsaya vermedim, faize yatırmadım çünkü ben zaten sanatçı olarak sınıfsız bir insanım. Sanatçı bir gün zenginin teknesindedir, yarın zenginin sofrasındadır, ertesi gün bir grev çadırındadır. Sanatçı kimsenin giyimiyle, kuşamı ile ilgilenmez…
‘SEYİRCİMİ KAYBEDERİM KORKUSUYLA YAŞAYANLARLA DALGA GEÇTİM…’
*Son dönemlerde sanat dünyası görgüsüzlüklerle dolu gibi, öyle değil mi?
OB- Zaten araba almak, güzel kızların sana ilgi göstermesi, para hepsi yapılan işin sonucu ama amacı değil. Amaç her ne yapıyorsa şarkı mı, tiyatro mu, resim mi, amaç odur! Amaç o işi yapmaktır. Ondan sonra seni mutlu eden her şey bir sonuçtur ama bizim medyamız şu şablondan hiç vazgeçmediği için ‘parayı buldu önce annesine bir ev satın aldı.’ Ben bunu anlamıyorum… Parayı buldu, kendine de ev aldı, köyüne gitti, köyü aldı... Hep bir rövanş var. ‘Parayı buldu, karısını boşadı, daha genç bir kadın aldı’. Bu şablon çok kötü! Bu durum sanat dünyasını görgüsüz, haset, rövanş için yaşayan, terbiyesiz bir hale getiriyor. Halbuki bu ülkenin sanatçıların sanat geçmişi, ressamından, edebiyatçılarına, şairlerinden, operacılarına, müzisyenlerine, tiyatrocularına kadar parayı bulanlar dünyası değil! Bizim çok asil sanatçılarımız var. Asalet deyince herhangi bir saray kaçkınından bahsetmiyorum. Dolayısıyla ben bütün televizyon programlarında bununla kafa buldum. Bu korkaklıkla dalga geçtim. Seyircimi kaybederim korkusuyla yaşayanlarla dalga geçtim…
*Evet bu dalga geçme konusu sizin ilk çıkışınızdan beri var… Bu bir strateji miydi yoksa zaten doğanızda var olan bir şeyi cilalamak mıydı?
OB - Evet bu bir stratejiydi ama içten de gelen bir şeydi
‘BENİM NİYETİM İYİ, TAVRIM DA TERBİYELİDİR’
*Peki insanlar bu kadar zıt gidip de nasıl hala bu kadar seviliyorsunuz? Bu işi matematiği sizce nedir?
OB- Bu direkt tutum, doğruculuk aslında bizim köy kahvelerinde bile gördüğümüz bir üsluptur. Ben bundan memnunum. Bunun altında bir riyakarlığın olmaması, direkt konuşmak, hep söylediğim bir şey vardır: terbiyesizlik sözlerde değildir; terbiyesizlik tavırdadır ya da niyette terbiyesizlik vardır! Benim niyetim iyi, tavrım da terbiyelidir.
SOHBETTEN İZLENİMLERİM
- Kendisiyle sohbetimi gerçekleştirirken dünyanın en güzel işini yaptığımı düşündüm.
- Hayatında bir Okan Bayülgen varsa hayatın farklı açılarından bakmanın dayanılmaz coşkusunu yaşarsın
- O ne bakışlar öyle!
- Çok komik
- Seri, enerjisi yüksek, yenilikçi
- Destekleyici,
- Zekasını söylememe sanırım gerek yok!
- Çok profesyonel
İkili Seçeneklerden (pembe olan kısımlar konuğun tercih ettikleri)
Koşu Yürüyüş
Sıkılmak Sabretmek
Susmak Konuşmak
Oturmak Dans Etmek
Klasik - Modern Klasik
Politik Dobra
Mesafeli Samimi
Uykucu Uykusuz
Sakin Heyecanlı
Dergi Kitap
Konfor Doğa
Kedi Köpek
Güneş Yağmur
Çay Kahve
Et Ot
Rahat Disiplinli
Affetmez Unutur
Tuzlu Tatlı
Çin Yemeği İtalyan Yemeği
Rakı Şarap
Ciddi Esprili
%YÜZDE YÜZ
1-Senin için yüzde yüz tek gerçeklik nedir?: Aşk
2- Yüzde yüz olmak istediğin yer neresi?: İşimi yaparken
3- Yüzde yüz güvendiğin kişi?: Ben
4- Yüzde yüz bilmek istediğin şey? (kimsenin bilmediği ve senin öğrenmek istediğin bir şey): Dracula’nın vampir olmasının sırrını öğrenmek isterdim