KLASİK OSMANLI/TÜRK MÜZİĞİNİ İÇSELLEŞTİRDİM
*Caza olan tutkunuzun karşılığı size ne zaman dönmeye başladı?
MAS- Bestelediğim eserler anlamında geri dönüm çok süratli oldu zira halen bugün 95-96 senelerinden birkaç parçamı ara ara çalarım. Fakat tanınırlık ve saygınlık elde etmek adına epeyce enteresan bir süreçten geçtiğimi söyleyebilirim. 97 senesinde Onur Türkmen ile birlikte kurduğum elektrik caz topluluğu AudioFact ile 98 ila 2003 seneleri arasında Türkiye’de epey tanındığımız ve takdir edildiğimiz bir dönem olmuştu. İstiklal Caddesinde yürürken bizi durdurup “abi müziğiniz harika” diyen hiç tanımadığımız kimseler oluyordu J Takdir edersiniz ki bu bir caz müzisyeni için son derece sıra dışı bir durum... Ancak o toplulukta hepimiz çok gençtik ve o gençliğin verdiği enerjiyle sahnede alev alev çalıyorduk. Bir de o topluluğun hemen hemen her üyesi Berklee’nin o yıllardaki ‘yıldız’ öğrencilerindendi ve Boston’da da bir tanınırlık elde etmiştik. O yüzden sahnede kendimize farklı bir güvenimiz vardı. Bu arada saksafoncumuz Ryan Woodward de yakışıklı bir Amerikalı gençti ve sanırım konserlerde ana solist olarak en önde epey ilgi topluyordu – ne olursa olsun karizmatik solistler hep etkili olur ki Ryan çok da iyi bir saksafoncu olduğu için ideal bir kombinasyondu diyebiliriz. Velhasıl, İstiklal’de durduranlar olsa da maalesef maddi anlamda durum hiç de iyi değildi. Festivallerin yaptığı ödemeler yol ve konaklama masraflarını ancak karşılıyordu. Bir süre sonra topluluk elemanları içinden farklı ülke ve kentlere göçenler oldu ve tam da bu sırada benim geleneksel Türk müzikleri ile kesişti. Özellikle klasik Osmanlı/Türk müziğini tam anlamıyla içselleştirmem takriben 10 sene kadar sürdü. Neticeten, 2012 senesinde bestecilik ve caz kariyerime yeniden döndüm ve o tarihten bu yana (belki ben de geçmişten epey ders aldığım için) caz müziği ile olan ilişkim pek çok açıdan daha sağlıklı bir şekilde devam ediyor diyebilirim.
MEHTER MÜZİĞİ İLE KEŞİF
*Bestelerinizle, Türk notalarına kendi yorumunuzu katarak, müthiş bir tarza imza attınız…Hayran kaldım…Klasik Türk müziği notaları ile nasıl buluştunuz?
MAS- Çok teşekkür ederim. Tuhaftır, o buluşma mehter müziği sayesinde oldu desem inanır mısınız?!? Yani caz müziği ile meşgul olan ve yüzünü tamamıyla ‘Batı’ya dönmüş biri için mehter oldukça beklenmedik bir kültürel bağlantı fakat, tamamıyla tesadüfen, dikkatle dinlemek durumunda kaldığım mehter müziği sayesinde geleneksel Türk müziklerinin birçok inceliğini keşfettim ki bunlar beni derinden cezbetti...
YAPTIĞIM MÜZİK İÇİME SİNMELİ
*Çok ilginç! Kendi tarzını ve kitlesini oluşturmuş bir müzisyen olarak sizce müzikte talebi gözetmek gerekiyor mu?
MAS-Bana sorarsanız bu sorunun cevabı kişinin müzik yaparken kendi haz alma duyusunu ne kadar önemsediği ile ilgili. Yani müziğinizi en önce kendiniz için mi besteliyorsunuz yoksa başkaları için mi? Bu ‘bencil’ bir soru gibi gelebilir fakat esasında bencil olmakla hiç alakası yok. Bestekar “bu yazdığım müzik benim içime sinmedi” deyip yırtıp atabiliyor mu acaba? Esasında bunu yapabilmek oldukça bencillikten uzak bir duruş... Zira müziği talep odaklı üretip ticari kaygıları ön planda tutan duruş bu soruyu sormaz. Neticeten, yanlış anlaşılmayı da istemem: müziğin tabiatında her iki uç da var ve isteyen ticari sektörde eğlence odaklı müzik yapar, isteyen de kendini nispeten soyutlayan ve takdir edilebilmesi daha fazla emek isteyen olan işler ortaya koyar... Neticeten, bu ikisinin arasında da farklı farklı duruşlar mevcut.
‘ALBÜM KOZMOPOLİT DİNLEYİCİYİ HEDEFLİYOR’
*Birçok müzik aletini kendiniz çalıyorsunuz. Caz orkestrası için yazılmış beste ve düzenlemeleri, farklı müzik kültürleriyle aynı potada buluşturduğunuz yedinci albümünüz olan ‘Turkish Hipster’ oldukça ilginç ve dikkat çekiyor. Hatta albümde Erkin Koray’ın bilinen ve sevilen şarkısı ‘Estarabim’e de farklı yorum katmışsınız… ‘Turkish Hipster’ tarzı ile nasıl bir dinleyici kitlesini hedefliyor?
MAS- ‘Turkish Hipster’ içerisinde Hip Hop, Funk, Rock, Swing, geleneksel Brezilya müzikleri, Orta Anadolu havaları ve klasik Osmanlı/Türk müziği gibi çok farklı türleri barındırdığı için esasında caza aşina olmayan dinleyicileri de çeken bir albüm. Fakat esasında bu albümün dinleyiciden kısmen zorlayıcı beklentisi de yine burada ortaya çıkıyor: mesela, albümdeki Hip Hop etkileşimli “The Boston Beat” parçasını sevip albümü dinlemeye başlayan biri aniden Anadolu Rock ve hemen akabinde klasik Osmanlı/Türk müziği ezgileri ile karşı karşıya kalabiliyor... Dolayısıyla, albüm genelde davetkar gibi görünse de dinleyiciyi gerçek anlamda bir eklektisizm sınavına da tabi tutuyor. Sanırım albüm “ben 21. yy.’a aitim ve gerçek anlamda kozmopolit bir duruşum var” diyebilen dinleyiciyi hedefliyor.
GRAMMY MÜZİK ÖDÜLLERİNDE FİNAL
*‘A Gentleman of Istanbul’ albümünüz de Grammy müzik ödüllerinde ‘En İyi Klasik Müzik Kaydı’ dalında son 5’e kalarak aday oldunuz. Kendi çıtanızı kendiniz belirliyorsunuz aslında…Müziğinizde nasıl bir noktadasınız?
MAS- Bu benim A Far Cry yaylı orkestrası ile ikinci kez Grammy ödüllerinde finale kalışım oluyor. Daha önce 2015 senesinde Oda Müziği kategorisinde finale kalıp Los Angeles’taki ödül törenine katılmıştık -- bu defa da 4 Şubat’ta Los Angeles’taki ödül törenine katılacağız. Müziğimde geldiğim noktadan memnunum. Yoğun akademik kariyeri de olan biri olarak esasında hayatımda kompozisyon çalışmalarıma daha fazla zaman ayırmak istediğim bir döneme geldim. Bu hedefime ulaşabilirsem ortaya daha da rafine işler koyabileceğimi düşünüyorum.
MİLES DAVİS İLE ÇALIŞMAK
*Dünya çapında işlerin var, özellikle unutamadığın işlerin arasında hangilerini sayarsın?
MAS- Carnegie Hall'dan direk eser siparişi alıp, 2016 senesinde American Composers Orchestra ile yine Carnegie Hall'da besteci ve solist olarak eserimin prömiyerini gerçekleştirdim. Bir diğer highlight’ta geçtiğimiz senelerde Yo-Yo Ma'nın Tanglewood konserinde bir eserimin icra edilmiş olması mesela... Bir de Miles Davis ile çalışmış, yaşayan caz efsanesi Dave Liebman'dan direk sipariş almış olup, bu seviyede mühim bir caz sanatçısından sipariş almış tek Türk besteciyim.
BOSTON’DA VAKIF
*Boston’da kurduğunuz Dünya Kültür Sanat Vakfı devam ediyor mu? Kuruluş amacı nedir?
MAS- Dünya, 2003 senesinin sonlarına doğru çeşitli geleneksel Türk müziklerini organizatörlere ihtiyaç duymadan, kendi kendimize organize edip Boston ve civarında konserler çalma amacıyla kurulmuş bir vakıftı. Çok kısa bir süre içerisinde Dünya bünyesinde bir de plak şirketi barındıracak noktaya geldi. Vakfımızı eski hocam ve meslektaşım Robert Labaree ve eşim Serap Kantarcı Sanlıkol ile birlikte kurduk. Geçtiğimiz 20 sene içerisinde 200’ü aşkın irili ufaklı konser prodüksiyonu yaptığımız gibi 17 albüm, bir film, bir dokümanter film, bir konser DVD’si ve iki de single yayımladık.
MÜZİĞİN MÜZESİ’Nİ KURDU
*Müzik anlamında aslında ülkemize kattığınız ne çok değer var… bunlardan biri de Nilüfer Belediyesi Dr. Hüseyin Parkan Sanlıkol Müzik Enstrümanları Müzesini kurmuş olmanız. Müzeyi ziyaret etmek isteyenler nasıl bir içerikle buluşacak?
MAS- Babam, Dr. Hüseyin Parkan Sanlıkol, 90’lı yıllardan itibaren amatör bir hevesle dünyanın dört bir yanından müzik enstrümanları toplamaya başlamıştı. Zamanla bu heves ciddi bir koleksiyona dönüştü ve vefat etmeden bir hafta kadar önce de yaklaşık 300 parçalık koleksiyonunu Bursa’daki Nilüfer Belediyesi ile ortak bir müze açıp böyle bir mekanda sergilemek üzere o zamanki belediye başkanı ile anlaşmıştı. Vefatını müteakip bu projenin direktörü ve küratörü olma vazifesini ben üstlendim. Burada hem babama olan vefa borcum hem de daha önceden Phoenix, Arizona’daki dünyanın en büyük müzik enstrümanları müzesinde 2 sene boyunca vazife yapmış olmam rol oynadı. Neticeten, müzemizin tasarımını ve babamın koleksiyonuna kattığımız parçaların tamamını ben belirledim. Hatta kadrolu profesör olarak vazife yaptığım ve ABD’nin ilk konservatuarı olan New England Konservatuarı’da müzemize kendi ellerinde bulunan 52 parçalık 150 ila 400 yıllık antika enstrümanların bulunduğu bir bağış yaptı. Kısmetse önümüzdeki Şubat ayında bu sergiyi de açmayı planlıyoruz.